Her kurum kendi değerleri ile teşkil ettiği kültür ve ahlak sistemini düzenli olarak eleştirerek güncelleyebilmelidir.
Size insanlar kaça ayrılır diye sorsaydım bana nasıl bir yanıt verirdiniz? Ya da mesela size dünyada kaç çeşit toplum vardır diye sorsam yanıtınız ne olurdu?
Elbet tabi bu gibi sorulara uzun uzadıya sosyolojik ve antropolojik yanıtlar verilebilir ancak aslında en üst başlıkta yanıt gayet net ve belirgindir. Gelin günümüzde devam eden küresel çekişmeleri ve anlaşmazlıkları kısaca ele alarak insanların ve toplumların anlayışlarını ve bunlardaki değişimi daha iyi kavramaya çabalayalım.
1945’de Berlin’de burun buruna gelen Doğu ve Batı arasında bir soğuk savaş başladı ve bu savaşın 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte de bittiği kabul edildi. Ancak aslında bitmedi ve gerçekte dünyadaki iki taraf arasındaki soğuk savaş da hiçbir zaman bitmeyecek. Buna yanıt verebilmek üzere günümüzde Sovyetlerin yerini alan Çin’e bir bakalım.
Amerikan şirketlerinin dünyaya yayılması gibi özellikle son 30 yıldır da Çinli şirketler dünyaya artan bir hızla nüfuz ediyorlar. Tek partili devlet kendi ideolojisini yaygınlaştırabilmek maksadıyla Çinli şirketlerle sıkı bir iş birliği içerisinde çalışıyor. Devlet özellikle Afrika gibi gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde “The Belt and Road Initiative” (Kemer ve Yol Girişimi) adında bir strateji uyguluyor ve buralara ciddi miktarlarda altyapı yatırımları gerçekleştirerek ülkelerin siyasi liderlerini iktidarda tutuyor. O liderler de esasen kendi bölgelerinde Çin ve Maoizm propagandasının yapılmasını desteklemekle bir nevi yükümlü hale geliyorlar. 2000-2020 arası Çinli finans kuruluşları Afrikalılara bu bağlamda tam 160 milyar dolar borç vermiş ve bunun da 2/3’ü altyapı yatırımları içinmiş. 2003 yılında yıllık 75 milyon olan FDI miktarı 2020’de 4.2 milyara çıkmış ve şu an Çin’in Afrika’da yaklaşık 50 milyar dolarlık yatırımı bulunuyor.
Uganda’da Entebbe Havalimanı'nın büyütülmesi projesi, Kongo’da altyapı yatırımları, Etiyopya’da sanayileşmeye katkı, Kenya’da demiryolu hattı falan derken Çin tüm hatlarıyla Afrika’ya yerleşiyor. Bugün elektrikli araçların üretimindeki kilit mineral olan Kobalt’ın dünya rezervinin %70’ine sahip olan Kongo’da yer alan 19 madenin 15 tanesinin işletme hakkı Çinlilerde. McKinsey’e göre Afrika’da şu anda 10 binden fazla Çinli şirket mevcut.
Peki, Afrikalılar Çinlilerin bu yayılımcı tutumları hakkında ne düşünüyor dersiniz?
34 Afrika ülkesinde araştırma yürüten Afrobarometer’e göre Afrikalıların %63’ü Çinliler hakkında son derece pozitif düşüncelere sahip. Tabi bu pozitif düşünceleri oluşturmak da Çin’in işi. Ülkenin 4G altyapısının %70’ini Çin teknoloji devi Huawei kurmuş. Çinli uydu kanalı StarTimes Afrika’nın 54 ülkesindeki 10 bin köyde Afrika dilinde yayında. Afrikaların en sık izlediği kanallardan birisi Çin devlet televizyonu CCTV. Çin elçiliği Tanzanyalı influencerlara elçiliğin gönderilerini Twitter’da beğenip paylaşsınlar diye aylık 20 ila 40 dolar civarında ödeme gerçekleştiriyor. Ülke Hint Okyanusundaki askeri varlığını artırmak adına Moritanya’dan Namibiya’ya askeri üsler kurmuş ve Rusya desteği ile Kamerun, Gana, Gabon ve Nijerya’da askeri tatbikatlar yapıyor. Yani Çin Sovyetlerden devraldığı soğuk savaşı aslında bangır bangır devam ettiriyor.
Tabi Çin’in bu ilerleme sürecinde Batı’nın da eli armut toplamıyor. Afrika’da Amerikan’ın 43, Fransa’nın 65 ve İngiltere’nin 66 milyar dolarlık yatırımı mevcut. Fransa, İtalya ve Amerika’nın da bölgede askeri üsleri bulunuyor ve Afrika’ya satılan silahların yüzde 50’si Çin ve Rusya’ya aitken, kalanın büyük bölümü Batı’dan ithal ediliyor. Yani batı da kendi propagandasını yapmak ve sempati kazanarak bölgede anlayışını yaygınlaştırmak üzere çalışıyor. Dolayısı ile soğuk savaş Doğu ve Batı asında sanayii, teknoloji ve askeriye bandında tüm hızıyla aynen devam ederken Afrika da bunun merkez üssüne dönüşmüş gibi görünüyor. Peki, bu iki taraf neden halen çekişiyor? Bu bir tür komünist kapitalist kapışması mı yoksa bundan daha fazlası mı? Gelin bunu anlayabilmek üzere şimdi biraz daha yerel ve kültürel bir örnek üzerinden ilerleyelim.
2019’da A.B.D. Ohio’da kapanan General Motors fabrikasının yerini araba camı üreten Çinli Fuayo Glass almıştı. GM’deki işlerini kaybeden 1500 işçinin de yine önemli bir bölümü Fuayo’ya geçmişti. Ancak işsizlikten kurtulmuş olmalarından memnun olan Amerikalı işçiler kısa süre sonra Çin çalışma kültürüne adapte olmakta ciddi zorluklar çekmeye başlamışlardı. Çünkü GM’de saatine 29 dolar alan işçiler Fuayo’da 13 dolara çalışıyor, molaları ve izinleri kısıtlanıyor, iş güvenliğine yeteri özen gösterilmiyordu. Ayrıca sendika kurmaları da patron tarafından yasaklanmıştı. Çinli patron Cho Tak Wong, eğer sendika kurarsanız şirketi de kapatırım diyor ve ekliyordu: “Bir dağda iki kaplan olmaz!”
Diğer taraftan bu fabrikanın oturtulması için memleketlerinde ailelerini bırakıp gelen Çinli işçiler de herhangi bir harcırah almıyordu. Hepsi öğlen yemeğinde gofret yiyordu. Amerikalılar şaşkındı…
Çinli patron şaşkın Amerikalı işçileri adaptasyon için Çin’deki fabrikalarına ziyarete götürmeye karar verdi. Amerikalılar burada sabah askeri nizamda toplanan, kol mesafesi alarak rahat, hazır ol yapan işçileri gördü. Molaları yok denecek kadar kısa, mesai süreleri günlük 12 saat, izinleri ise ayda ancak 2-3 gündü.
Dostlar binlerce yıllık imparatorluk kültürü adeta genlerine işlemiş olan Çinliler için devlet mutlak sahiptir. Ülkede son derece yerleşik gelenekçi bir kültür hakimdir. Çin için tüm vatandaşlar ve şirketler otomatik olarak devlete hizmet etmekle görevlidir. Bu bağlamda Çin bugün de sanayi yayılımını aslında bir tür fetih zihniyeti ile ele alır. Politbüro ve patronlar elele çalışırlar ve sanayi başlığı altında aslında Çin ideolojisi, Maoizm, sosyalizm ve politbüronun gücünün dünyada yaygınlaştırılması hedeflenir. Halk Cumhuriyet için vardır ve her şey Çin Halk Cumhuriyeti içindir. Bireysel amaçlar, kişisel fikirler ve talepler sonra gelir. Günün sonunda her şey ve herkes mutlaka Cumhuriyet’e hizmet etmeli ve onun bekası için var olmalıdır. Bu bağlamda Çin koskoca bir Cumhuriyetçiler partisi gibi çalışır. Piyasayı devletin ihtiyaçları ve öncelikleri yönlendirir, kararlar geleneklere göre verilir ve kişisel özgürlüklerin geleneklerin önüne geçmesine müsaade edilmez. Cumhuriyetin değerleri kişilerin bireysel özgürlüklerinin önünde gelir. Demokrasi hemen hemen yoktur. Ancak bir diğer taraftan da böylesi bağnaz değerlere sahip bir yapının nasıl dünyaya entegre olabildiğini de doğru okumak gerekir. Unutmayalım ki Çin bağnazlıktan yüzyıllar boyu çok çekmiştir. Daha Yunan filozofları çağında Konfüçyüs, Mozi ve Sun Tzu gibi bilgilere ev sahipliği yapmış, düşünce okulları açmış, sonrasında pusula, kağıt ve barut gibi çok kıymetli buluşlar gerçekleştirmiş ancak kendisini dünyaya açamadığı ve kültürünü DEĞİŞTİREREK güçlendiremediği için yakın geçmişe kadar bir türlü kendini gösterememiştir. Ancak aynı şekilde antik tarihlerde düşünce akımları üreten Helen kültürü İskender'in fetihleriyle dünyaya yayılmış ve Mısır, Hint ve Semerkant'tan toplanan kültürel parçalarla sentezlenerek Roma anlayışı oluşturulmuştur. Kendi tarihinden ders çıkaran Çin ise bugünkü başarısını balıkçı şehirlerini serbest ticari bölgelere dönüştürüp Batı kapitalizmine ilişkin dinamikleri yakın geçmişte kendisine bir miktar katabilmesine borçludur. Şayet kendini SSCB gibi bir demir perde ile kapatsaydı bugün yoktu.
Diğer taraftan günümüzde Batı özünde demokrattır. Vatandaşlar kendi kişisel amaçlarına ve hedeflerine hizmet etmekte tamamen özgürdürler. Vatandaş devlet için değil, devlet vatandaş için vardır. Piyasayı talep yönlendirir ve vatandaşlar hiçbir geleneğe bağlı olmaksızın, bir başkasına fiziken ve doğrudan zarar vermedikleri müddetçe dilediklerini yapmakta özgürdürler. Devlet gelenekleri doğrultusunda vatandaşların hayatlarını biçimlendirmeyi öncelik edinmez. Doğu’da çocuklara çocuk gibi, Batı'da ise birey gibi davranılır. Doğu’da ebeveynlerin ve ailenin değerleri çocuklar üzerinde mutlak otoriteyken, Batı’da gençler kısa sürede içerisinde bağımsızlıklarına kavuşarak kendi özgür fikirlerinin peşinden koşmayı düşlerler. Doğu’da aile otoritesi esastır ve çocuğa fikri de pek sorulmaz. Batı’da ise çocuğun odasına kapısı çalınarak girilir ve onun kendiyle ilgili fikirleri ve tercihleri önceliklendirilir. Ancak unutulmamak ki aynı Batı geç Ortaçağ'da Afrika, Amerika ve Doğu'yu sömürmüş ancak diğer taraftan bu açık zihniyeti sebebiyle de topladığı kültürel parçaları kendisine entegre etmeyi başarmıştır. Bunun da en büyük sebebi özellikle Hıristiyan manifestonunun yayınlandığı 325'ten 1300'e dek bağnazlığın cezasını çekmesi, kendi içine gömülmesi, böylece Haçlı seferlerini kaybetmesi, veba salgınında nüfusunun önemli bir bölümünü kaybetmesi ve neticede Papalığa karşı olan inancının kırılması ile kendini yeniliğe açmış olmasıdır. Tıpkı vaktiyle Kuran'ın sınırları dışına çıkarak onu Yunan metinleri ile sentezlemeye cüret eden Abbasi feylozoflarının İslam'ın Altın Çağı'nı başlatması ve yarım bin yıl sürdürmesi gibi Batı'da da kendi değerlerini ve kültürünü yenileyerek güçlenmeyi başarmıştır.
Bu bağlamda isimleri bambaşka da olsa esasen tüm dünyada üst başlıkta iki tür siyasi parti mevcuttur: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. İki tür insan mevcuttur; gelenekçiler ve yenilikçiler. Gelenekçi tarafı ağır basanlar Cumhuriyetçi, özgürlükçü tarafı ağır basanlar Demokrat olurlar.
Şimdi gelgelelim kendi ülkemize!
Tamam da o zaman Türkiye’deki muhafazakarların da tamamının Cumhuriyetçi olması gerekmez mi diye düşündünüz… E öyleler zaten. Ancak burada da muhafazakarların neyi muhafaza etmeye çabaladığı önemli. Atatürk ilke, inkılap ve değerlerine bağlı ve bunları muhafaza etmeyi öncelik edinmek, her bireyin Cumhuriyet değerlerini ve geleneklerini öncelik edinmesini talep etmek de zaten bir çeşit muhafazakarlık değil midir? Buna karşılık Osmanlı imparatorluğu döneminden gelen, İslami doktrin çerçevesindeki bir yaşam kültürünü, geleneğini ve değer sistemini öncelik edinmek de yine başka çeşit bir muhafazakarlık. Tabi Atatürk ilkelerinin çok daha özgürlükçü ve yenilikçi bir çizgide olduğunu kabul edecek olursak aslında ülkemizdeki Cumhuriyet Halk Partisinin benimsediği ilkeler bakımından daha yenilikçi bir tutumun takındığını elbette ki söyleyebiliriz. Ancak günün sonunda Türk toplumu öyle ya da böyle özünde muhafazakardır. İnsanlarımızın bir bölümü laik Cumhuriyet değerlerinin savunucusu iken diğer bir bölümü ise İslami Cumhuriyet geleneklerinin savunucusu durumundadır. Türkiye’de kime oy verirseniz verin esasen o anlayışın geleneklerinin toplum tarafından önceliklendirilmesine oy vermiş olursunuz. Çocuklarınızın o gelenekler öncelik alınarak eğitilmesini ve aslında o kavramları kendi düşüncelerinin ÜZERİNDE tutmasını talep etmiş olursunuz.
Sonuç olarak bir kişi, toplum ya da devlet ya Cumhuriyeti ya da demokrasiyi öncelik edinebilir. İkisini birden eşit seviyede gözettiğimizi söylesek de bu teknik olarak asla mümkün olamaz. Birisi mecburen ağır basar. Çünkü bu iş esasında bir kişinin hayatını yaşarken geleneklerini mi yoksa yenilikleri mi temel aldığıyla ilişkilidir. Mesela siz, daha ziyade, özgürce çağlayan fikirlerin hayatınızın akışını hızla değiştirmesini mi tercih ederseniz yoksa geçmişten gelen sabit geleneklerin yaşamınızın ana belirleyicisi olmasını mı? Risk almaya mı daha açıksınız yoksa bir düzene uymaya mı? Girişimci olmaya mı daha yatkınızsınız yoksa memur mu? Yeni düzen mi kurmak istersiniz yoksa kurulu düzene uymayı mı? İşte insanlar için de en temel ayrışma noktaları aslında bunlardır. Ancak gerçek şu ki aslında ikisine de ihtiyacımız var! Yaşayabilmek için sağlam bir kültüre ve güçlenebilmek için onu değiştirebilecek cesarete ihtiyacımız var. Bu noktada da girişimler ve girişimciler için de en zoru sahiplendikleri değerleri eleştirebilme ehliyeti. Çoğu başarılı şirket kuruluşunda sağlam değerler belirler, bunu bir kültür olarak işler ve bu kültürü yaygınlaştırmak için çabalar. Ancak gün gelir çağ değişir ve medeniyet farklı bir bilinç düzeyine yükselir. İşte bu noktada da aynı kurum bu kez kurucu değerlerini eleştirebilme ehliyetini gösterebilmeli, kılıfını terk edebilmelidir yoksa zaman yozlaşır, ardından bir serbest radikale dönüşür ve en nihayetinde de piyasa tarafından yok edilir. Konfüçyüsün de söylediği gibi değişmeyen tek şey değişimdir.
Bir girişimci olarak şirketinizin kararlarına ilişkin sınırları tayin edecek değerleri doğru belirlemeli ve elbette konfor alanınızı genişletmek maksadıyla da kurduğunuz bu ahlak sisteminin dışına çıkmamalısınız. Ancak bu oluşturduğunuz ahlak anlayışını düzenli olarak eleştirmenize de asla mani olmamalı. Değerleri ve ahlakı kutsallaştırırsanız onu zamana uymayan, esnemeyen ve hatta bir zaman sonra da faşistleşmeye başlayan tehditkar bir varlığa dönüştürürsünüz. Dolayısı ile hepimiz için esas marifet yeni ile eski arasındaki dengeyi kurabilmemiz ve ahlak ile değer sistemimizi değişen çağa uydurabilmenin yollarını aramamızdır. Gereğini yapalım.
Not: (CHP için değişim sadece başkanlıktan geçmiyor. CHP en temel değerlerini ve 6 okunu çağa adapte etmek adına yeniden tanımlama ve düzenleme cesaretini gösterebilmeli! Atatürk bir gün söylediklerim bilimle çelişirse bilimi seçin diyerek esasen değişimin altını çizmişti. Kendisi hayatta olsaydı değişen geleceğin paradigmalarına göre de bu güncellemeleri muhakkak kendisi yapardı.)
Коментарі