Vücudunuza giren her virüs beraberinde yepyeni bir sistem önermesiyle gelir. Gelen bu yeni sisteme karşı uyumlanabilirseniz hayatta kalırsınız. Gücünüzün seviyesini belirleyen ana etken uyum beceriniz ve karşı aksiyon geliştirebilmenizdeki hızınızdır.
Örneğin, HIV vücuda girdiğinde beyaz kan hücrelerine tutunur ve ardından bağışıklık sisteminin tüm karşı ataklarını tek tek öğrenmeye, tüm numaralarını tanımaya ve bunlara karşı özel saldırılar gerçekleştirmeye başlar. 40 yıldır hala bir AIDS aşısının geliştirilememiş olmasının ana sebebi HIV’nin son derece zeki bir virüs türü olmasıdır. HIV bu zekasını uyum gösterme ve karşı strateji geliştirebilmedeki hızına borçludur.
Virüslerin bağışıklık sistemiyle olan bu mücadelesinin farklı bir
karşılaşıyoruz. Örneğin Amerikan SEAL Komandoları “OODA Loop” isimli bir döngüyü takip ederler. Bu döngü hızla görmek, hemen uyumlanmak, derhal karar vermek ve hızla harekete geçmek ifadelerinin baş harflerini içerir. Askerler savaş ortamında bu döngüyü kendileri için hızla döndürebilecek ancak düşman kuvvetleri için de mümkün olduğunca yavaşlatabilecekleri şekilde eğitilirler.
Bu durum kurumlar için de aynen geçerlidir. Kurum karşılaştığı değişimlere ayak uydurmakta ve karşı pozisyon almakta geciktikçe krize maruz kaldığı süre de uzar. Bu bağlamda bir girişimci her koşula uyum gösterebildiği ölçüde güçlüdür. Girişimcinin kendisi yeterince olgunsa, iş fikri gelecekçiyse, iş süreçlerinde teknolojinin imkanlarından yeteri kadar faydalanıyorsa, benzersiz bir değer önermesi yapabiliyorsa ve operasyonunu da çevik bir şekilde çekip çevirebiliyorsa işini her türlü kriz ortamında da devam ettirebilir. Unutmayalım ki İspanyol Gribinde de, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda da işini devam ettirebilen şirketler olduğu gibi günümüz pandemisinde de sürece hızla uyumlanabilen çevik kurumlar bu kriz ortamında bile büyüyebilmeyi başarmışlardır.
Elbette kriz dönemlerinde kurumlar da bir miktar desteği hak ederler. Ancak bu abartılmamalıdır. Uyum gösterme ve karşı eyleme geçmede çok zayıf kalan kurumları desteklerle ayakta tutmaya çabalamak anlamsızdır. Çünkü ancak majör yardımlarla ayakta kalabilen, beyin ölümü gerçekleşmiş ve makinelere bağlı yaşayan kurumların giderlerini karşılamaya çalışarak onları hayata döndüremeyiz bilakis onları birer yaşayan ölüye dönüştürerek uzun vadede daha fazla mağduriyete sebebiyet veririz.
Dünya çapında bol kese dağıtılan krediler ile gelirlerinin çok çok üzerinde borçlandırılan bazı şirketler bırakalım ana parayı ödemeyi şu an çektikleri kredilerin faizini bile ödeyemeyecek durumdalar. Peki kendini bile yaşatmayı başaramayan kurumların çalışanlarına ya da müşterilerine nasıl bir katkısı olacak? Benzer şekilde bu destekler ile gelecekte zaten var olmayacak meslekler de yaşatılmaya çalışılıyor. Mesela pandemi sonrası süreçte belki çok daha az adette AVM ve mağazaya ihtiyaç duyacağız çünkü zaten alışverişimiz tamamen internete kaymış vaziyette. Bu durum mağaza çalışanlarını da işinden ediyor belki evet ama diğer taraftan da e-ticaretteki patlama sebebiyle call center ve lojistik sektöründe de inanılmaz bir büyüme yaşanıyor. Peki öyleyse neden kaynaklarımızı mağaza çalışanlarını e-ticaret, lojistik ya da call-center uzmanlarına dönüştürmek için kullanmıyoruz?
The Economist'e göre İngiltere’deki tüm iş gücünün %3’ünü temsil eden 1 milyon dolayındaki iş pandemi sonrası süreçte var olmayacak bile ama bu işleri yaşatmak için ülke geçen yıl ayda 1 milyar Paund civarı harcama yaptı. ABD ise bu konuda çok daha akıllıca davrandı ve işleri yaşatmaya çabalamak yerine insanların bizzatihi kendisine para yardımı yapmayı seçti. ABD bu süreçte vatandaşlarına 600 dolarlık çekler dağıtarak oldukça cömert davrandı. Türkiye ise maalesef bırakalım zaten öyle şirketlere filan destek vermeyi vatandaşlarına bile pek doğru düzgün yardımda bulunamadı.
Unutmayalım ki serbest piyasa ekonomisi başarısını serbest olmasına borçludur. Her şeyi büyük ölçüde kendi haline bırakırsınız günün sonunda en iyi olan kazanır. Ancak siz köhnemiş modelleri de yüksek marjlı desteklerle yaşatmaya çabalarsanız kurumları kurtarmaz onları birer yaşayan ölüye yani zombiye dönüştürürsünüz.
Tokyo Üniversitesi’nde Zombifikasyon konusunda uzman olan ekonomi profesörü Hoshi
Takeo (resimdeki kişi) şirketlere yapılan yüksek düzeyli desteklerden şikayetçi. Kendisi kurumlara yardım yapılmasından ziyade bizatihi bireylerin desteklenmesini öneriyor. Takeo, "Universal Basic Income" yani "Vatandaşlık Maaşı" gibi çözümlerle bireylere yaşamlarını sürdürebilecekleri miktarda parasal yardım yapılmasının, çalışanların yetkinliklerinin artırılmasının ve böylece de şirketler ve endüstriler arasındaki geçişlerin kolaylaştırılmasının önemine dikkat çekiyor.
Değerli dostlar, insanlar veya kurumlar tarafından hazmedilemeyen değişimlere kriz denir. Bir kurum olarak değişimleri hazmedebilmek adına ne kadar çok desteğe ihtiyaç duyuyorsanız bu sistemleriniz de o denli zayıf olduğu manasına gelir. Krizler girişimcileri hackler ve böylece onlara yumuşak karınlarını gösterir. Bu bağlamda açıklarınızı hızla görür ve onları derhal kapatırsanız kurumunuzu hayatta tutarsınız. Nietzsche’nin dediği gibi sizi öldürmeyen şeyler sizi güçlendirirler. Bu sebeple ülkemizde de zaten son derece yetersiz kalan kurumsal desteklere bel bağlamak yerine bu süreçte işinizi güçlendirmeye odaklanmanız en doğrusu olacaktır.
Bu noktada şimdi lütfen şu 4 soruyu kendinize sorun;
1.) İş fikriniz gelecekçi mi?
2.) Kurum olarak hakikaten benzersiz bir değer teklifi (Unique Value Proposition) sunabiliyor musunuz?
3.) İş süreçleriniz yeterince çevik mi?
4.) Kurumunuzda rutinleşen tüm iş süreçlerini makineleştirebildiniz mi?
Soruyu sorun ve gereğini yapın dostlar. Güç sizinle olsun. #zombifikasyon #farketfarkyarat #gereğiniyap #berkesarpaş
Comments