Zorlu çevresel faktörlerin yarattığı yıkıcı yaklaşıma etkin şekilde karşı koyabilmenin yolu "pozitif saldırganlıktan" geçiyor.
Müdafaa düşmanın irade ve arzusuna boyun eğmeye mecbur; akamete mahkûm ve serbest-i hareketten mahrumdur. Ayrıca bu, askere daima korku ve ümitsizlik getirir. Savunmanın en büyük karı ne kar etmektir, ne de zarar. Hiçbir bölük taarruza uğrayıncaya dek beklemeyecek, aksine ilk önce kendisi düşmana saldıracaktır…
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözleri kurtuluş savaşı dönemine ait ve orduya düşmanın size saldırmasını beklemeden ilk saldıran siz olun mesajını veriyor. Çünkü saldıran taraf stratejiyi de belirliyor. Savunan taraf ise otomatik olarak düşman tarafından belirlenmiş stratejiye karşı koymak zorunda kaldığından dizginler daima saldıran tarafta oluyor.
Atatürk’ün taarruza ait bu yaklaşımı çok güçlü bir fikirdi ve işgal altındaki vatanımızı kurtardı. Ancak aynı strateji maalesef Hitler gibi sadist liderler tarafından da benimsendi. Atatürk’ün hayranları arasında yer alan ve cenaze törenine dış işleri bakanı Konstantin von Neurath’ı gönderen Hitler, taarruz stratejisini Avrupa’yı ele geçirmek üzere kullandı. Ata’nın ölümünden yaklaşık bir yıl sonra önce Polonya’ya saldırdı ve ardından da kısa süre içerisinde Avrupa’nın büyük bölümünü ele geçirmeyi başardı.
Hiç askeri akademi yüzü görmemiş ve Birinci Dünya Savaşına on başı olarak katılmış Hitler’in ikinci dünya savaşına mareşal yetkisiyle katılarak neredeyse bütün Avrupa’yı fethetmesinin altında hızlı taarruz stratejisi yatar. Hitler fetihlerindeki başarısını savunmadan ziyade daima taarruz eden tarafta yer almasına borçludur. Blitzkrieg ya da “Yıldırım Savaşı” olarak bilinen saldırı modelinde Hitler hem tanklardan daha hafif hem de zırhlı sınıfında bulunan panzerlerle ve bir tür uyuşturucu olan Pervitin hapı yutturarak tetiklenmiş enerjik askerleri ile ordularını en yüksek hızda taarruz ettirerek savaşları kazanmış bir isimdir.
Karşı cephede Churchill ise Fransa’ya gönderdiği İngiliz Seferi Kuvvetleri ile burada Fransız ordusuyla birleşerek büyük bir savunma hattı oluşturmuştur. Bu hat Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan ve Maginot (Majino) Hattı olarak bilen büyük savunma sahasını da içine almaktadır. Burada Almanların saldırmasını aylarca bekleyen Fransız ve İngiliz birlikleri bu mücadeleye “sıkıcı savaş” adını vermişlerdir çünkü öylece bir saldırı olmasını bekleyip durmuşlardır. Günün sonunda Almanlar bir ordunun ve özellikle zırhlı birliklerin girmesinin çok zor olduğu ormanlık ve tepelik arazi olan Arden bölgesinden Fransa’ya hızla giriş yapmış ve hazırlıksız yakalanan müttefikleri de Manş sahilindeki Dunkirk’e dek kovalamıştır. Hava bulutlu olduğu için görüş mesafesi düşen Luftwaffe askerleri vuramamış, karadan saldıran Nazi panzerleri piyadeler yetişebilsin diye durup beklemek zorunda kalmış ve bu sebeple de hedeflerine gecikmişlerdir. Şayet o gün hava açık olsa ve Hitler de panzerlere piyadeleri bekleme talimatı vererek hızlı taarruzu durdurmuş olmasaydı çeyrek milyon müttefik askeri Dunkirk'te yok edilecekti. Şayet yok edilselerdi müttefik kuvvetleri belki de yeniden toparlanamayacak ve Normandiya çıkartmasını da asla gerçekleştiremeyecekti. Belki de bugün çok farklı bir dünyada yaşıyor olacaktık. Netice’de Hitler için sonun başlangıcı olan Dunkirk olayı ve Normandiya çıkartmasının ortak özellikleri Nazi’lerin taarruzu yavaşlatmış ve savunmaya geçmiş olmasıdır. Hitler savunmaya geçene dek neredeyse hiç mağlup olmamıştır.
Peki, bu durumda biz bu taarruz yaklaşımını barışçıl amaçlarımız doğrultusunda nasıl doğru şekilde değerlendireceğiz? Bir başka ifadeyle Hitler ile Atatürk’ün taarruz anlayışları arasındaki fark nereden geliyor? Bunun için “aggression” yani saldırganlık modellerini ele almamız gerekiyor.
Bilindik iki tür saldırgan tutum mevcut dostlar: Negatif ve pozitif saldırganlık. Negatif saldırganlık çevreyi yıkma, öldürme, zarar verme tutumu içerirken, pozitif saldırganlık esasen zorlu çevresel faktörlerin yarattığı yıkıcı yaklaşıma etkin şekilde karşı koyma manasına geliyor. Her ikisi de atak ve saldırgan bir tutum benimsemekle birlikte ilki yıkıcı diğeri ise yapıcı olma anlayışını kendisine ilke ediniyor. Dolayısıyla buna göre bakacak olursak Atatürk yurdumuzu yağmalamaya gelen işgalcilere karşı korunma sebebiyle taarruz ederek bir tür pozitif saldırganlık örneği göstermişken, Hitler ele geçirme, yıkma, işgal etme tutumuyla negatif saldırganlık örneği göstermiş bir isimdir. Dolayısı ile iki ismin taarruz yöntemini kullanışı arasında büyük bir ilkesel fark mevcuttur.
Şimdi bu kadar çok saldırganlıktan söz ettikten sonra belki bazılarınız aman hocam ben her iki saldırganlığa da karşıyım, sevelim, sevilelim, barışla dolalım, aşık olalım, bol bol da sevişerek her gün yoga yapıp huşu içinde takılalım diyebilir. Ancak korkarım bu da pek mümkün değil. Lakin bugün Nazi hegomonyası altında yaşamıyorsak bunu borçlu olduğumuz kişilerin en başında şüphesiz Churchill geliyor ki kendisi vaktiyle eylemsizlik ve pasif direniş gibi yaklaşımların mimarı Ghandi’yi tavizcilikle suçlamış bir isimdi...Pasif direniş ile saldıran tarafa direnmeme anlayışını bensemiş Ghandi’nin ikinci dünya savaşında Yahudilere ne nasihat ettiğini biliyor musunuz? “Madem Almanlar sizi öldürmek istiyor gidin kendinizi kayalardan aşağı atın.” Peki, sizce böylesi bir davranış Nazileri durdurur muydu? Ben pek sanmıyorum çünkü Milgram ve Zimbardo gibi psikologların sosyal psikolojiye dair deneyleri, gücü ele geçiren kişilerin pasif duruş karşılığında ezme emellerinden vazgeçmeyebileceklerini, hatta şiddetin dozajını da büsbütün artırarak sadizm gösterebileceklerini açıkça ortaya koyuyor. İnsanların ve hatta tabiatın bütünü kurban rolü oynayan tarafa karşı çok sert bir tutum takınıyor dostlar. Tabiat Darwin’in de söylediği üzere mücadele eden ve bulunduğu koşullara hızla uyum gösterenlerin yanında. Unutmayalım ki adapte olmak mücadele etmeyi gerektirir, teslim olmayı değil…
Bu minvalde ben de Girişim Savaşçısı’nı kurduğum ilk yıllardan bu yana sabit bir soruyu sürekli alırım. Neden savaş da barış değil? Adınız Girişim Barışçısı olsa daha doğru olmaz mıydı?
Olmazdı, çünkü bu her şeyden evvel bu insan tabiatının gerçekliği ile uyuşmazdı. Nasıl mı? Gelin bu soruyu da benim yerime Freud yanıt versin;
Einstein ve çağdaşı Freud arasındaki mektuplaşmaları kapsayan ve adı “Why War” yani “Neden Savaşıyoruz” olan kitapçık bu iki uzmanın yazışmalarını içerir. Einstein sağlam bir fizikçi olmasının dışında aynı zamanda da iddialı bir hümanisttir. Dünya barışı ve hatta tek dünya devleti için dünyayı gezip konferanslar vermiş, her türlü saldırganlıktan öte barış dolu bir dünyayı tariflemiş bir insan ve bir tabiat severdir. İşte bu dönemlerde Freud ile yaptığı yazışmaları kapsayan seride Freud, Einstein benim fizik bildiğim kadar psikoloji biliyor diyerek kendisini eleştirmiş ve şu açıklamayı yapma gereği duymuştu;
“Psikanalistler insan iç güdülerinin iki türünün iç içe geçtiği sonucuna ulaşmışlardır. Bunlardan ilki koruyan ve birleştirenler. Biz bunları erotik olarak adlandırıyoruz. İkincisi ise saldırgan veya yıkıcı güdüler olarak özümsediğim yok etme ve öldürme iç güdüleri. Bu güdülerin her birisi en az karşıtı kadar vazgeçilmezdir. Bu doğrultuda insanın saldırgan eğilimlerini bastırmamızın hiçbir yolu yoktur.”
Unutmayalım ki bugünkü varlığımızı vaktiyle pozitif saldırganlık sergileyen atalarımıza borçluyuz. Onlar kendilerini çevresel risklerden korumak adına risk almasa, harekete geçerek yiyecek ve barınak bulmasa bugün hiçbirimiz yoktuk. Birilerinin yok oluşunu kendi varlığınızın merkezine koymadığınız müddetçe risklere karşı koymak adına taarruz esastır. Unutmayalım ki önemli olan içimizdeki saldırgan dürtüleri dizginlemeye çalışmak değil onlara ahlaki bir yol çizebilmektir. Önemli olan o saldırgan dürtüleri üretken bir projeyi hayata geçirebilmek adına itici bir kuvvete dönüştürebilmektir. Girişim Savaşçılığı Perspektifinde de önceliklerimizden birisi insanların esasen en çok bastırıldığı ve rahatsızlık duyduğu kavramları psikologlar aracılığı ile gün yüzüne çıkartmak, ardından bunları yok saymak yerine pozitif saldırganlıkla üretken bir projeye dönüştürmelerine imkan sağlamak, böylece hem kendilerini gerçekleştirmelerine hem de çevrelerine faydalı olmalarına imkan tanımaktır. Lakin bu tip duygular intikamla ele alınırsa negatif saldırganlığa, girişimcilikle taçlandırılırsa pozitif saldırganlığa evrilebilirler. Bu konuya ilişkin daha detaylı açıklama ve yol haritalarını Yeni Düzende Girişimcilik: Girişim Savaşçılığı Perspektifi kitabımda bulabilirsiniz.
Kendinizi, ailenizi ve kariyerinizi koruyabilmek adına düzenli risk alın, olayların üzerinize yıkılmasını beklemeden siz atağa geçin. Taarruz esastır; gereğini yapın!
Comentarios