top of page
  • Yazarın fotoğrafıberkesarpas

Neden Zengin Olmamalısınız?


Anormal düzeyde harcama alışkanlığı dünyamızı insan ekosistemine uygun olmayan bir versiyona dönüştürüyor.


Sıradan bir ağaç dalının fiyatı ne kadardır sizce? Yani mesela ben size bir ağaç dalı satmak istesem bana ne para verirdiniz bu dal için? 50 kuruş veren çıkar mı mesela? Belki açık artırmaya falan koysam bu dala 50TL veren bile çıkabilir aranızdan değil mi?

Bunu denemeden tam olarak bilemeyiz. Ama neticede bunu yapsam insanların oylaması yani talebi neticesinde yine insanlar tarafından bu dala bir fiyat biçilmiş olur. İnsanlar da kendi akli ya da bedeni emekleri ile kazandıkları paralarını bana teklif ederken esasen emeklerini bu dalla kıyaslamış olurlar. Mesela ben bu dala vereceğim para için bir saat çalışmak zorunda kalıyorum diye düşünerek o bir saatlik emeklerini bu dalla eşlemiş olurlar. Dolayısı ile esasen modern ekonomide tüm çevresel kaynakların değeri insan emeği ile eşdeğer tutulur. Biz insanlar da ortaya koyduğumuz performansla elimizdeki paraları artırmaya çabalar, sonra da bu paraları harcarız. Eldeki parayı ne kadar çok artırmayı başarırsak onun karşılığı oranında tüketmeyi de kendimize hak görürüz. Hatta kalkar sağda solda konuşmalar yapar, akıllar verir ve sen de başarabilirsin falan der, ben bunu yapmak için çok çalıştım diye de ekleriz. Çevremiz de biz ne kadar çok zengin olur ve servet yaparsak aldığımız yatı, katı falan görür ve vay ulan be bak valla aklını kullanmış ve başarmış helal olsun diyerek bizi alkışlar.


Şimdi gelgelelim biz bu hikayedeki garipliklere;


1.) İnsan emeği ile dalın değeri gerçekten de birbirine denk şeyler midir? Hayır, tabi ki değildir. Dal tabiatta bulunan somut bir yeryüzü kaynağı, insan emeği ise insanın bedenen ve aklen ortaya koyduğu soyut performansın tanımıdır. Bir an için düşünün ki sizi Venüs’e öylece bıraktık ancak siz de çok çalışkan, bilgili ve becerikli bir insansınız. Orada çok çalışarak hayatta kalabilmek üzere 465 derecelik yüzey sıcaklığını düşürüp, sülfürik asit yağmurlarını durdurabilir misiniz? Hayır. Dolayısı ile de yaşayamazsınız. Çok çalışsanız bile ölürsünüz yani. Dostlar bu çevreyi biz inşa etmedik. Tekrar ediyorum, bu çevreyi biz inşa etmedik. Bu çevre biz insanları inşa etti. Çevremizde gördüğümüz dağlar, nehirler, araziler ve hatta çoğu hayvan biz daha hiç ortada yokken zaten buradaydı. Büyük patlamadan şu ana dek geçen süreyi toplamda 24 saat kabul edecek olsak biz sadece son 1 saniyedir buradayız. 1 saniye! Ancak bu 1 saniyelik varoluşumuzun performansını 23 saat 59 dakika 59 saniyede oluşmuş olan tüm doğal varlıklarla kıyaslıyoruz. Neyi neyle kıyasladığımızın farkında değiliz.


2.) Biz tüketici değil dönüştürücüleriz. Çünkü, klasik fiziğe ve tipik olay yaklaşımına göre yerkürede hiçbir şey yoktan var edilemez ve vardan da yok edilemez. Yani tüketilemez. Ancak dönüştürülebilir. Dolayısı ile biz ne satın alırsak alalım aslında hiçbir şeyi tüketemez ancak dönüştürürüz. Mesela bir Lamborghini satın aldığımızda yer yüzü kaynaklarını da bir arabaya dönüştürmüş oluruz. Bir helikopter satın alırsak o zaman da kaynaklar bir helikoptere dönüşmüş olur. İşte esasen tam olarak tehlike yaratan da bu dönüştürme faaliyetidir. Mesela bizim deliler gibi satın almamız sonucu şu an dünyada o kadar fazla plastik atık birikmiş durumda ki bunlar Pasifik Okyanus’unda Türkiye’nin 5 katı büyüklüğünde bir kıta yaratmış vaziyette. Peki, ne yapacağız şimdi biz bunca plastik atığı? Çocuklarımız sürekli plastiğe dönüştürdüğümüz bir çevrede nasıl yaşayacak? Ya da mesela bu dönüştürme faaliyeti süresince ortaya çıkan yoğun üretim sonucu astronomik boyutlara ulaşan sera gazı salınımı iklimimizi sürekli ısıtıyor dolayısı ile de iklimi dönüştürüyoruz. Peki, nasıl yaşayacağız bu yeni iklim şartlarında? Kısacası deli gibi satın alma, servet yapma ve zengin olma güdümümüz çevreyi yaşamamız için uygun olmayan bir versiyona dönüştürüyor ve işte problem de tam olarak burada başlıyor. Tam olarak bu sebeple bugün dönüşüm ekonomisi, geri dönüşüm ve yukarı dönüşüm faaliyetlerinin önemi de hızla artıyor çünkü esasen insanların satın alma faaliyetleri neticesinde insan ekosistemine uygun olmayacak şekilde dönüştürdüğü çevreyi biz yeniden insana uygun hale getirmek üzere tekrardan geri dönüştürmeye çabalıyoruz. Dolayısı ile anlamsız bir dönüşüm döngüsü yaratıyoruz. Ancak bu döngü de bu şekilde uzadıkça ekstradan dönen çarklar sonucu ısı daha da artıyor ve iklim daha da bozuluyor. Dolayısı ile tek başına dönüşüm ekonomisi de bizi kurtarmaya yetmiyor.


3.) Performansımızı kullanarak elde ettiğimiz para ile yeryüzü kaynakları arasında bir orantı var mı? Yani mesela şu dala geri dönelim. Bir dal kaç taşa ya da bir çakıl taşı hangi miktarda kuma eş değerdedir desem bunlar arasındaki değersel orantıyı nasıl ölçümlersiniz? Gene parayla değil mi? Peki, nerede basılıyor bu paralar? Merkez Bankalarında. Hatta artık basılmıyor bile; dijital olarak yaratılıyor. Peki, Merkez Bankaları piyasaya salacağı parayı doğal kaynaklar ile nasıl orantılıyor. Orantılamıyor. Yani üretilen para arzı ile yeryüzü kaynaklarının değeri arasında da herhangi bir orantı yok. Oysa 1931 öncesi Merkantilist ekonomi anlayışında hiç olmazsa bu varmış. Para ile doğal bir kaynak olan altın madeni arasında değersel bir orantı mevcutmuş. Ancak ABD’deki büyük borsa krizi sonrası halk parasını bankerlere kaptırıp aç kalınca Roosvelt de yeni anlaşma isimli ekonomi modeli ile altın rezervi ve para arasındaki bağlantıyı kopartmış. Halka ihtiyacı olduğu oranda para dağıtmış. Bu tutum 1971 yılında Nixon’ın Moneterist para politikasını benimsemesi ile kurumsallaşmış ve yaygınlaşmış. Oysa para ile doğal kaynaklar arasındaki bu orantı hayatiydi çünkü böylece aslında insan emeği ile tüm yer yüzü kaynakları arasında da bir orantılama yapmış oluyorduk. X miktarda para x miktarda altın madenine denk geliyorsa o x miktardaki maden de x miktarda taş, dal, çimen, araziye karşılık gelir diyebiliyorduk. Böylece de insan emeği ile tüm yer yer yüzü kaynakları arasında hiç olmazsa bir tür orantı kurulabiliyorduk ama bu da yok edildi. Dolayısı ile bizler belki de moneterist para politiaları sonucu bastığımız trilyonlarca dolarla şu an yeryüzü kaynaklarına biçmeye talip olduğumuz değerlemenin çok üzerinde bir parayı piyasada döndürüyoruz ama bunu bilmiyoruz bile.


Bir Kızılderili sözünde söylendiği gibi son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.


Peki, gelgelelim biz bu durumdan nasıl kurtulacağız? Bu düzeni nasıl değiştireceğiz? Cevabı gayet net: Şahıslar olarak mutluluk düzeyimizi satın alma ve stok yapma performansımızla orantılamaktan vazgeçeceğiz. Elbet tabi ki ihtiyacımız kadar parayı harcamaya mecburuz ancak diğer taraftan da ne kadar çok satın alırsam o kadar çok mutlu olurum demeyi bırakacağız ve şu sıralar ABD’de yargılanan Donald Trumph’ın: “Zengin Olmanızı İstiyoruz.” kitabını da okumayacağız. Çünkü kendimize koyduğumuz bu türden hedefler çevreyi insan ekosistemine uygun olmayacak şekilde dönüştürüyor. Gün gelecek bankalarda katrilyonlarca dolar ile sıcaktan ve susuzluktan öleceğiz. Tıpkı bankada milyarları olan ve tek bir kefenle ya da tabutla gömülen iş insanı gibi bu gidişle insanlık da dönüştürdüğü bu çevrenin içine gömülecek.


Buna izin vermeyelim. Her insana yakışır şekilde kendi hayat amacımızı bulalım, bunu bir sosyal mesele ile ilişkilendirerek çevremize yardımcı olalım, ihtiyacımız kadar harcayalım ve hayatımızı bizim için önemli olan kavramları yaşamaya adayalım, zengin olmaya değil. Gereğini yapalım.


13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page