top of page
  • Yazarın fotoğrafıberkesarpas

Bencil Ol


Hayatınızda birincil önceliği kendi düşünce ve değerlerinize verin.

Buda’nın hikayesini bilirsiniz. MÖ 530 civarında, babası Kral Suddhodana tarafından “kusursuz şekilde yetiştirilebilmek maksadıyla” her isteği yerine getirilen genç Prens Siddhartha Gautama ya da bilindik adıyla Buda, anlam yitikliği çektiği bu bolluk dünyasından kaçarak sarayına yakın bir köye iner. Burada karşılaştığı fakirlerin haline çok üzülür ve ardından yıllarca sokaklarda dilenci bir keşiş gibi yaşayarak yoksulların çektiği sıkıntıları kavramaya çabalar. Sonrasında, bu acı duygusunu da yersiz ve yetersiz bulmaya başlayarak, bu kez tüm duygularından arınarak sade bir yaşam sürebilmek maksadıyla tapınağına çekilir. Müritlerine her insanın doğumunda bir mumun ateşlendiğini ve şayet insan yaşam süresi içerisinde bencilliğinden kurtulamazsa ölmeden önce başka bir mumu ateşleyeceğini, böylece de kişinin sürekli olarak yeniden doğmak zorunda kalarak mutlak huzura asla erişemeyeceğini aktarır. Buda’ya göre huzura kavuşmanın ya da Nirvana’ya varmanın mutlak yolu ölmeden evvel bencillikten kurtulmaktan geçer. Peki, nedir bu bencillik Allahaşkına?

Sürekli bencillikten kurtulmaktan söz ediyoruz ancak tüm mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar özünde benciller. Elmasından, armuduna çevremizde gördüğümüz her şey bencil. Mesela Korona mikrobu bizi öksürterek kendisini diğer canlılara bulaştırtmaya çabalarken, frengi mikrobu, hıyarcıklı veba ya da cüzzam vücutta açtığı yaralarla bir diğer canlıya kendini aşılamaya çabalıyor. Hiçbir mikrop barındığı hostu öldürmek istemez ki yayılabilsin ancak bazen de tıpkı bir amaç uğruna mücadeleye tutuşan ordular gibi hostunu daha fazla bulaş sağlayabilmek maksadıyla feda edebiliyor. Mesela tedavi edilmezse kolera mikrobu hostunu 15 gün içerisinde yoğun ishalden ve su kaybından dolayı öldürüyor ancak diğer taraftan o ishal ile kanalizasyona karışarak çok daha fazla hosta da buluşma fırsatını yakalamış oluyor. Bu esnada hastalığa yakalanan vücudumuz da yine kendini düşündüğünden bir savunma refleksi olarak mikropları yakıp kül edebilmek maksadıyla hızla ısısını artırıyor (yani ateşimiz çıkıyor) Ancak sanmayın ki vücudumuz da her daim benliğimize sadık. Onun da bileşenleri kendi başına ayrı ayrı bencil. Mesela oksijene ve glikoza muhtaç beyin bunları tedarik edemezse diğer organlarımızı hızla sömürerek onların da bozulmalarına yol açıyor. Hatta bırakın beynimizi tüm vücudumuzun üzerinde yükseldiği genlerimiz bile bencil. Yapılan araştırmalara göre mesela geleceğe karşı umutsuzsak bu umutsuzluk geleceğe taşınmasın diye DNA ipliklerinizin içine gömülü genlerimiz organizmamızı öldürerek başkaca organizmalarda yeniden toplanmaya karar verebiliyorlar. Vücudumuz devasa bir iş birliğinin ürünü ve adeta herkesin önce kendini düşündüğü koskocaman bir şirket gibi çalışıyor. Bu iş birliği düzgün çalışmıyorsa, herkes görevini düzgün icra etmiyor ya da organizmamız bütünsel manada gelece dair güçlü bir inanç/umut taşımıyorsa, şirket de dağılmaya ve tüm parçaları işten ayrılarak farklı organizmalar ya da bir diğer değişle farklı organizasyonlarda yer alabilmek üzere görevlerinden istifa etmeye başlıyorlar. İşte böylece de erken ya da geç ölüyoruz.


Mısırın ilk atası Teosinte'den bu yana evrimi

Peki, ya bitkilere ne demeli? İlk formu erik kadar olan elmalar sizin güzel hatırınız için şişkin hale gelmediler. Dertleri onları yemeniz çünkü yendiklerinde ortadaki çekirdekleri de açığa çıkartmış oluyorsunuz. Ama elmalar (ve çoğu bitki) tohumlarının yenmesini istemiyor o sebeple de çoğu tohum genellikle acı. Hatta elma çekirdeğinde siyanür mevcut ve acı olmasını kafaya takmaz bol bol yemeğe devam ederseniz başınıza büyük iş alırsınız. İşte böylece kemirilmiş ve tohumları açığa çıkmış elmayı çöpe atıyoruz ve o da orada filizleniyor. Diğer taraftan kabağın çekirdeği yeniyor, tadı da güzel ama zaten yayılım yöntemi de dışkınızın içerisinde gübrelenme şeklinde. Mısırın da öyle, bu sebeple de atası Teosinte gibi sert kabuklu ve seyrek olmak yerine dolgun ve yumuşak olmayı seçmiş ki tohumlarını bize yedirip gübremizle yayılabilsin. Benzer şekilde bezelye bize patlayıp yayılan tohumlarını değil patlamamış tohumlarını yediriyor ki onları çiğneyerek patlatalım ve yayalım. Evcil hayvanlarımızın bizi koşulsuz sevdiklerini düşünüyoruz ama işin aslı onlar da bizi biz onları sevelim, koruyalım ve besleyelim diye seviyorlar. Her hayvan ve insan kendi yavrusunu seviyor çünkü yavruları onların genlerini taşıyor ve genlerimizi yaygınlaştırmanın yolu çocuklarımızı hayatta tutmaktan geçiyor. Günün sonunda hayvandan, bitkiye, insandan, bakteriye dek tabiattaki her şey önce kendini düşünüyor ve aslında bu yaşamın da bugünlere gelebilmesini borçlu olduğu en temel dinamik. Bir an için tüm bu sistemde her şeyin önce çevresini düşündüğünü düşünsenize, sizce yaşam nasıl olurdu?


Mesela Kolera gibi sayısız bakteri ve virüs kendisini yaygınlaştırmaktan çok sizin sağlığınızı düşünseydi evrimsel süreçte türlü mutasyonlar geçirerek bugünkü versiyonuna evrimleşmiş insanoğlu gorilden öteye geçebilecek miydi? Elma ya da mısır önce sizi düşünüp kendi tohumlarını saçmaya odaklanmasalardı biz bugün ne yiyecektik? Annemiz önce bizi düşünüp kendisi yemekten içmekten kesilseydi bize kim bakacak ve bizi kim hayatta tutacaktı?


Dostlar, Freud üç tür egodan söz eder: İd, Ego ve Süper Ego. İd yemek, içmek ve bulunduğu organizmayı yaşamda tutmak üzere çalışır. Hedonisttir ve kişisel zevklere, konfora ve rahata odaklanır. Süper Ego kavramlara ve amaçlara odaklanır ve yaşamın bütünüyle daha fazla ilgilidir. Ego ise bu ikisinin ortasındaki hakemdir. Ego Latincede ben anlamına geldiğine göre neticede beynimizin bu üç kısmı da özünde bencil demektir. Ancak İd ile Süper Ego’nun bencillikten anladığı şeyler birbirinden farklıdır. İd kişisel konforunu, zevklerini ve nefsini tatmin eder, Süper Ego ise yaşamın bütünün bekası adına amaçlara odaklanarak tatmin olur... Dolayısı ile ülkesi uğruna çarpışan ve hayatını feda eden bir asker de biyolojik olarak bencildir, evde yatıp yuvarlanan ve baba parası ile zevki sefa süren miras yedi bir gençte. Aralarındaki farklılık ise birinin kişisel zevklerle diğerinin amaçlarla mutlu ve motive olmayı seçmiş olmasından ileri gelir. Ancak amaçlara yani Süper Ego’nun alanına odaklı faaliyetler yürütenlerin bencilliğinden hepimiz daha fazla istifade edebildiğimiz için o tür bir bencilliği daha değerli sayarız. İd’in tüm canlılarda ancak gelişkin bir Süper Ego’nun ise sadece insanda var olduğunu düşündüğümüzde insanın salt kendi organizmasına odaklanması hepimizi rahatsız eder. İnsandan "insanlık" bekler ve Süper Ego’su üzerinden kavramlara odaklanarak mutlu olmayı seçmesini talep ederiz ki geniş kitlelere ve kendinden sonraki yaşama da kalıcı bir fayda sağlayabilsin. Dolayısı ile mevzu önce kendini ya da başkalarını düşünmek değil, insanın kendi inançlarını keyfi faaliyetlerinin önüne koyabilmesidir.

Viktor Frankl'ın kitabı ülkemizde de en çok satanlar arasında

Ateist bir psikolog olan Abraham Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisine göre İd’in beklentileri karşılanmadan Süper Ego’nun kendini gerçekleştirmeyeceğini savunmuş ve ihtiyaçlar hiyerarşisi tablosunu ortaya koymuştur. Buna göre insanlar yeme/içme/barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamadan kendini gerçekleştirebileceği bir amaca odaklanamaz. Ancak insanların dünyasında işler de bu sırada vuku bulmayabilir. Mesela “İnsanın Anlam Arayışı” kitabının yazarı Viktorl Frkanl Nazi kampına alındığında kitabının müsveddelerine el konmasının ardından kitabını yeniden yazabilmek maksadıyla hayatta kalmış bir Psikiyatristtir. Kitabını yazabilmeye yönelik amaçsal odağı onun günde 18 saati aşkın süreler avuç içi kadar yiyecekle en ağır şartlarda çalıştırıldığında bile hayata tutunmasını sağlamıştır. Kim bilir belki de genleri içeride bir toplantı yapmış ve “Bu adamda umut var. Onu hayatta tutalım ki umudu gelecek jenerasyonlara yayılabilsin” şeklinde bir karara varmıştır... Neticede egoistlikten kurtulmamız biyolojik olarak imkansız. Ancak elmalar ya da mısır koçanları gibi dolgun hale gelerek çevremize katkıda bulunmazsak tohumlarımızı da yaygınlaştıramayacağımızı fark etmemiz gerekiyor. Konu insan olduğunda da tohumun tek karşılığı sperm ya da yumurtalarımız değil çünkü bizde hayvan ve bitkilerde var olmayan bir de Süper Ego mevcut ki onun yaygınlaşmaktan anladığı fikirlerini ve düşüncelerini yayabilmek. Kavramlara odaklanarak mutlu olmayı seçerek de egoist bir yaşam sürebiliriz ve böylece o kavram uğruna yapacaklarımızdan kendi bünyemiz dışındakiler de büyük yararlar sağlayabilir. Unutmayalım ki insanlar kavramlar uğruna yaşar ve bir kavramın bencili olmakla, nefsimizin bencili olmak farklı şeylerdir…

Uçaklar kalkmadan önce yapılan anonsu hatırlayalım: “Acil bir durumda ortaya oksijen maskeleri çıkacaktır. Böyle bir durumda önce kendi maskenizi giyin ve sonra çocuğunuza giydirin.” Unutmayın ki o maskeyi önce çocuğa giydirmeye çalışırsanız o sırada bayılabilirsiniz ve böylece kendiniz dahil kimseye de bir faydanız dokunmaz. Sözün özü kendinizi adayacağınız ve uğruna mücadele etmekten keyif alacağınız bir amaç bulun ve ona adanın. Önceliği kendi düşüncelerinize ve benliğinize verin. Kimseye ben her şeyi senin için yapıyorum demeyin. Kendi kafanızı karıştırmayın. Her şeyi kendiniz için yapmaya odaklandığınızda çok daha faydalı ve sağlıklı hareket ettiğinizi göreceksiniz. Gereğini yapın.

167 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page